Düşüncelerim
Hissetmenin güzelliğini bazen unutuyorum ama duymak, dokunmak, görmek ne güzel şey! Bunu fark etmem için bazen sadece seslere odaklanmak, etrafıma önce bakmak sonra da daha dikkatli bakmam yeterli oluyor. Bakınca gördüğüm küçük şeylerin güzelliği beni büyülüyor. Güneşin sıcaklığına, yağmurun soğukluğuna, rüzgarın temasına dikkat kesildiğimde, sessizliğin sesinin dinlediğimde gerçekten yaşadığımı da anlıyorum. Bir yandan da gerçekten yaşamayı günden güne unuttuğumuzu hissedip üzülülüyorum.
...Oraklar çakmak çakmak parlamaya, güneş yakmaya başladı. Bozkırı ağustozböceklerinin cırlak sesleri doldurdu. Bu durum başlangıçta biraz sıkıcıdır, ama bir defa çevrenizin ve seslerin temposuna girdiniz mi her şey çok iyi olur. ben bütün gün neşeliydim. Sabahleyin olduğu gibi akşam üzeri de mutlu ve iyimserdim. İçim huzur doluydu. Gözümün gördüğü, kulaklarımın duyduğu ve bütün varlığımla hissettiğim her şey benim için, beni mutluluğum içinmiş gibiydi. Tanrım! O ne tatlı huzur, ne büyük bir mutluluktu. (Sayfa 25)
İyiliğin bulaşıcılığı aklımdaydı şu kısmı okurken:
Bir gün tren istasyonunda sırtındaki gocuğu çıkarıp küçük bir çocuğa verişin de gitmiyor gözlerimin önünden. İstasyonda, bir ana ve dört çocuktan oluşan sığınmacı bir aile görmüştün. O çocukların büyüğü çıplak denecek kadar ince giyimliydi ve çok üşüyordu. Hiç düşünmeden sırtındaki gocuğu çıkarıp verdin o çocuğa. Sonra kendin, incecik ceketinle, soğuktan dişlerin takır takır vurarak dönmüştün eve. O soğukta, gocuğunu verdiğin o çocuk, belki bugün bir yetişkindir ve zaman zaman seni o günkü halinde hatırlıyordur. Onun bugünkü yaşı, senin o zamanki yaşından çok daha ileride. Ama sen ona örnek oldun, öğreten oldun. İyilik, yola düşen, yoldan toplanan bir şey değildir. Tesadüfen ele geçen bir şey değildir. İnsan iyiliği ancak başka bir insandan öğrenir. (Sayfa 71)
İyilik bulaşıdır çünkü tesadüfen karşılaştığımız bir iyilik bizi buna teşvik eder. Mesela benim bir yaşlının torbalarını taşımam o yaşlının bir çocuğa para vermesine ve o çocuğun da kardeşine çikolata almasıyla sonuçlanabilir. Bu başında ben olduğum (Kim bilir, belki de benim iyiliğim bana 1 yıl önce yapılan bir iyiliğin sonucudur) iyilik zinciridir. Bu bir zincirdir çünkü iyilik insanı mutlu eder ve mutluluk da doğası gereği diğerlerine yansımak zorundadır. [17Bugün 15 Şubat 2024 ve 17 Şubatta Rastgele İyilik Eylemi günü kutlanacak. Ben sizinkini kutluyorum. İyiliği normlaştırmak isteyen ve bugünü de kutlayabilmemizi sağlayan vakfın internet sitesi de burada: (www.randomactsofkindness.org)]
Toprak herkesindir, bu yüzden herkes için eşittir toprak ana. Toprak çitlerle çevrilsin, uzaydan görülebilecek nefret çizgileri yaratılsın, toprak yeryüzüdür ve yeryüzünde çocuklar ve zaten saf olarak yaratılmış olan hayvanlar için ne Avrupa ne Asya vardır. Kuşlar için göç edilen bir yer vardır, dinlenilen bir yer vardır, hepsi de topraktır ve toprak da sadece yeryüzüdür. Çağları aşmış, ucu bucağı olmayan okyanusları ve dağları taşıyabilen toprak ananın gücü çocuklarının kavgasını çok yazık ki durduramıyor çünkü buna engel olmak yalnız koca ulusları oluşturan o her bir bireyin iradesine bağlı. Nasıl geçmişte siyasi dehalar, yalnız ülkenin halkı için çalışan siyasi kahramanlar, ülkelerini tam anlamıyla aydınlığa çıkaramamışlarsa nasıl bugün bir ilkim aktivisti ''Evimiz Yanıyor!'' dediğinde çoğu insanlar tarafından umursanmıyorsa nasıl bugün bir pasifist kürsüye çıkıp yerküremizde kan dökülmemesi için tüm insanlığa çağrı yapıp ulusları oluşturan o hiç ışık görmemiş bireylerden aydınlanma bekleyebilir? Ve bu savaş hiçbir zaman hükümetler eliyle engellenemez, bunu ancak milyonlarca aydınlanmış insan başarabilir. Bugün bile Birleşmiş Milletler doğrudan bir devletin halkına yapılan en tiksinç, en iğrenç saldırı ve katliamları ancak kınayabiliyor, kınayabiliyor ve kınayabiliyor. Yani bütün o kutsallaştırılmış devletlerin bir araya geldiği bir güç bile bunu durduramıyor, çünkü devletler, devletler ile savaşa girmiyor. Devletler doğamaz, devletler aşık olamaz devletler ölemez; adı değişir, yasaları değişir yani devlet etten değildir ki yerkürenin diğer ucundan çıkarılan işlenmiş demir bir silindir bir devletin bütün anılarını, bütün yaşanmışlıklarını silebilsin, yakınlarını yasa boğabilsin! İnsanlığın gördüğü en kanlı savaşta da Avrupa'da devletler yıkılmış, özellikle doğu Avrupa'daki şehirlerin görüntüsünün bir takım taş yığınlarından farkı kalmamıştı. Buna rağmen yıkılmış devletler o şehirleri oluşturan evlerin birer birer enkazlarından tekrar inşa edildiği oranda tekrar kuruldu. Bugün Polonya hala var, savaşı kaybeden Almanya da savaşı kazanan Fransa da günümüzde varlar. Bu devletleri mahut toplumu oluşturan bireyler (ya da şehirleri oluşturan evler) enkazlarından tekrar kurdular. Ancak insan için durum şehirlerinkinden farklı çünkü biz bugün bir cesedi tekrar eski haline tahvil edemiyoruz. İnsan savaşta ölür, devlet parçalanır; devlet kurulur, o ölen sevgili nerededir? Tanırdan başka kim bilsin?
...Söyle bana Toprak Ana, gerçeği söyle: İnsanlar savaşmadan yaşayamazlar mı?
-Çok güç bir soru sordun Tolgonay. Nice nice milletler savaş sonunda yok olup gittiler, nice nice şehirler yanıp kül oldu ve toprak olarak üzerimde insan ayağının izini görmek için yüzyıllarca beklediğim çağlar oldu. İnsanlar ne zaman bir savaş başlatacak olsa onlara şöyle diyordum: ''Durun! Kan dökmeyin!''. Şimdi de tekrar ediyorum ''Ey dağların, denizlerin öbür tarafındaki insanlar, siz ki mavi göğün altında yaşıyorsunuz, savaş neyinize gerek? Ben toprağım, bana bakın! Ben her biriniz için aynıyım, ve siz de benim gözümde eşitsiniz. Benim için önemli olan sizin sözleriniz değildir. Ben sizin dostluğunuza muhtacım, çalışmanıza, beni işlemenize! Saban izine bir çekirdek, bir tohum tanesi atın, size yüz katını vereyim, küçük bir fidan dikin kocaman bir çınar olayım! Evler kurun, temel olayım! Üreyin, çoğalın hepinize güzel bir barınak olayım! Derinim, yükseğim, büyüğüm, ucum bucağım da yok. Hepinize yeterim ben...'' ... Sen de bana insanlar savaşmadan yaşayamaz mı diyorsun Tolgonay. Bu bana bağlı değil ki. Siz insanlara, niyetinize, irade ve bilgeliğinize bağlı. (Sayfa 80)
...ama yalnızca sen değildin o acıyı çeken, ben de çok acı çektim. Yaz boyunca o çıplak tarla beni deşilmiş bir yara gibi yaktı, uzun zaman acılarım dinmedi. Tarlaları ekinsiz bırakmak, benim karnımı boşaltmak demektir Tolgonay. Savaş süresince nice nice tarlalar ekinsiz kaldı! Benim en büyük düşmanım savaş başlatandır. (Sayfa 94)
*Bu iki paragrafta da Toprak Ana Tolgonay ile konuşmaktadır.
Toprak Ana
Tolgonoy on yedi yaşında albenili bir genç kızken Suvankul ile hasat mevsiminde tanışır. İkisi de hasattaki hızları ve çalışkanlarıyla köye ün salmışlardır. Özellikle kara bıyıklı esmer Suvankul'un bitmek bilmeyen bir azmi ve çalışkanlığı vardır. Tolgonoy ve Suvankul bozkırda alttaki toprağın sessiz, üstteki Samanyollu'nun tüm debdebesiyle görünür olduğu bir gece bozkırda evlenir. Suvankul önce okuma yazmayı sonra da biçerdöver sürmeyi öğrenir. Tolgonoy ve Suvankul'un aşk evliliklerinden doğan Kasım, Mayselbek ve Caynak adında üç oğlan çocuğu olur. Köye ilk biçerdöveri getiren Suvankul olur. Ailesinin dört erkeğini Tolgonoy biçerdöver üstünde dört erkek kardeşe benzetir. Kasım ve Mayselbek babalarına benzerken Caynak annesine daha çok benzemektedir.
Kardeşlerin en büyüğü Kasım biçerdöver sürmeyi öğrenir, Mayselbek öğretmen olmak için üniversitededir, en küçükleri ve en hareketlileri olan Caynak ise gençlik kollarına üyedir. Kasım Aliman adındaki genç bir esmer kızla evlenir. Tolgonoy onu öz kızı gibi sever. Bir gün çayın ötesinden bir Rus atlısı tırısa kalkmış 2 kilometre ilerideki köprüden geçmek yerine doğrudan çaya doğru gidiyordur. Rus atlı çaya girer, zar zor atla birlikte çıkar, boğulmaktan son anda kurutlulur. O sırada buğday tarlasında çalışanlar onu görür bazıları onun intihar etmek istediğini bazıları ise sarhoş olduğunu düşünür. İşe tekrar koyulurlar. Bir anda biçerdöver susar, buğday tarlası sessizliğe gömülür. Aliman Ana! Ana! diye bağırır Tolgonoy insanların biçerdöver yanında toplandığını görür. Biçerdöver altında birinin ezildiğini düşünür. Kasım biçerdöverden inmiştir, toprak da hava da Kasım'ı dinler gibi susmuştur, Tolgonoy biçerdöverin yanına geldiğinde Kasım uzaktan, derinden çıkan bir sesle ''Savaş çıktı ana! Savaş!'' der. Ana buna en başta anlam veremez. Sonrasında Ana kasketi düşmüş Rus atlısının yüzünün görür, bu gencecik yaştaki kızıl saçlı atlı ancak Caynak'ın yaşındadır ama savaş o askeri de bütün askere alınanlar gibi bir günde olgunlaştırmıştır. Kolhozdaki bütün tarlaların hızlıca biçilmesi gerektiğini söyler Kasım. Günlerce buğdayları döke saça toplarlar. Suvankul geceleri bile uyumaz.
Kasım askere alınır Suvankul, Mayselbek, Caynak da askere alınır. Suvankul askere alındıktan sonra ana kolhoza başkanlık eder. Köyde Cenşenkul adında bir erkekten haber alınamaz. Askerden kaçtığı söylentisi vardır. Bir gün köyden atlar çalınır. Tolgonay gecenin köründe eline ışığı almış, soysuz hırsızları tayla aramaya koyulmuştur ancak gecenin karanlığında bir tek ışık bile gözükmez. Atları Cenşenkul ve onun gibi askerden kaçan arkadaşları çalmıştır. Savaş, köyde buğday tohumu bile bırakmamıştır. Tolgonay köydeki insanların zaten az olan buğdaylarını alıp tohum çıkarmak zorunda oldukları kararına varır. Tolgonay buğdayı köydeki insanlardan bazen zorla bile almıştır, bazen insanlar onun arkasından küfretmiştir ama tarla ekilmezse insanlar kıtlıktan ölecektir. Bu şekilde iki büyük çuval buğday tohumu toplar. Cenşenkul tohumları ekecek olan çocukları döver, onlardan köyün aç kalmamak için son umudunu da çalar. Saban koşulmuş öküzleri tarlanın ortasında boş bırakılmış halde gören Tolgonay çocukların dövüldüğünü fark ettiğinde hırsızının peşinden tayıyla gider. Hırsızının atını yakalar hırsızın Cenşenkul olduğunu o anda kesin olarak anlar. Cenşenkul onun atını silahla vurur. Tolgonay at üstünden düşer günlerce yataktan kalkamaz. Ananın son evladı olan Caynak'dan da paraşüt ile düşman hatlarının gerisine indiğinden beri haber alınamaz. Aliman Tolgonay'a mısır ekerken mısırlar olgunlaştığında Caynak'ın geri geleceğini çünkü resmi olarak öldü denilen askerlerin bile yan köye geldiğini duyulmuştur. Mısır olgunlaşır, kurur, olgunlaşır, kurur Caynak gelmez. Savaş bitmiştir. Yeni yapılmış yoldan gelen bir at arabası görülür onu gören herkes köyün çıkışına toplanır, çocuklar ağaçların tepesine çıkar. Herkes yola bakıyordur. At arabasından tek bir asker iner. Köyün girişine yaklaşır, birden durur. ''Kim bunlar? Niçin susuyorlar? Niçin Yıldırım çarpmış gibi duruyorlar orada? Birinin mi bekliyorlar? diye düşünüyordur.'' Yürümeye devam eder arkasına bakar sonra tekrar bakar. Çıplak ayaklı bir kız çocuğu ''Bu beni ağabeyim Aşırali! Aşırali!'' diye bağırır. Sonra onlarca köylü askere doğru koşmaya başlar. Asker bu bir mucize bekle gibi dizilen insanların onu askerden dönenleri karşılamaya geldiklerinin anlar, o da koşmaya başlar.
''Bugün kendi kendime diyorum ki, eğer dünyadaki bütün insanlar, o gün bizim köyde olduğu gibi hep iyi şeyler düşünseydiler, çocuklarını, kardeşlerinin, babalarını, eşlerini bizim kadar çok sevseydiler belki savaş hiç başlamazdı''
Tolgonay öz kızı gibi olan Aliman'a evlenmesini söylemek ister ama bir türlü bunu söyleyemez. Bir gün Aliman'ın anne babası köye gelir Tolgonay anne babasına Aliman'a evlenmesini söylemelerini ister. Aliman kendisine karışmalarını istemediğini söyler. Tolgonay bir gün Aliman'ın bir çobanla gezdiğini görür. Çobanı tanımayan Tolgonay Aliman'a çobanı ne kadar tanıyıp tanımadığını sormak ister ama onu da yapamaz. Aliman eve geceleri geç gelmeye başlar. Bir gün Aliman eve çok geç gelir Tolgonay o olmadan uyur. Aliman sarhoş bir halde göğüsleri çıplak, entarisinin düğmeleri kopmuş, gözleri bulanık, saçları darmadağın vaziyette gelir. Tolganay onu ilk defa sarhoşken görür. Dili tutulur hiçbir şey demez.
Tolgonay Cenşenkul'un soysuzluğu için tanıklık yapmak için merkeze gittiğinde Cenşenku'lun karısı Tolganay'a ve Aliman'a küfreder. Tolganay Aliman'ın hamileliğini orada öğrenir. Ertesi gün köyün erkekleri Cenşenkul'un karısını köyden kovar. Tolganay Aliman'ı korusa da ona söylemek istediklerini söyleyememektedir. Aralarındaki ilişki Aliman'ın hamile olduğunu öğrendikten sonra da değişmemiştir, Tolgonay' onu öz kızı gibi sevmektedir. Tolgonay'ın komşusu olan Ayşe ve iki arkadaşı Tolgonay'dan habersiz Çoban'ın köyüne çobanla konuşmak için gider. Çobana hayvanın teki dememek elde değildir. Bir gece Tolgonay uyurken Aliman ambara gitmiş ve orada doğum başlamıştır. Tolgonay gece karanlığında uyandığında Aliman'ı yatakta göremez, yatağı soğuktur. Onu ambarda yüzükoyun yatmış halde bulur. Entarisi kanlar içinde kalmıştır. Bu doğumun doktorsuz yapılamaycağını anlayan Tolgonay Bektaş'ı- Bektaş Tolgonay'ı annesinden bile çok seven komşusu Ayşe'nin oğlu olan bir delikanlıdır- uyandırır. At arabasıyla bir sonbahar gecesi hastaneye gitmeleri gerekiyordur. Yola koyulurlar yağmurdan çukurlaşmış ve çamurlaşmış toprak yolda atla tırısa kaldırmak imkansızdır. Yağmur yağdıkça yağıyordur. İki kilometre uzaktaki köprüye bile ulaşamayacaklarını anlayan Tolgonay Bektaş'a arabayı durdurmasını söyler. Tolgonay Bektaş'a Aliman'ı tutmasnı söyler. Aliman Bektaş'ın kollarında ölür, doğa bir kez daha tezatlığını gösterir. Aliman'ın bir erkek çocuğu olur, Canbolat. Donuk gecede dönüşte beyaz kar taneleri yağarken görülür. Yıllar sonra Canbolat babası Kasım'ın eski bisikletini tamir etmek için büyükannesinden izin ister. Tolgonay Canbolat'ı Bektaş ile bisikleti tamir ederken görür.
Bu Yazı Hakkında
Kitabı bir günde okudum. Okuduğum basım Ötüken yayınlarındandı ve 1997 yılına aitti. Ne özeti yazarken ne de düşüncelerimi yazarken herhangi bir kaynaktan yararlandım.
Makinist Ercümend
15.02.2024, gece saat 1.42 (İlk yayınlanma)
23.04.2024(düzeltme)
Yorumlar
Yorum Gönder